|
||||||||||||
|
||||||||||||
Çünkü Anneler Kapıya Yakın Yatar
Bu ay sizlere nasıl sesleneceğimi bilemiyorum.
Bu sıralar, hep beraber rutin işlerimizi yapamaz durumdayız. Her sabah
uyandığımda acaba bugün ne yapacağım diye düşünmüyorum. Çünkü düşünmek
istemeyişimin dışında düşündüklerimi yapacak gücüm de yok. En önemli günlük
işler önceliğini yitirdi. İşe gitmek istemiyorum, ağlamak istemiyorum,
okumak istemiyorum. Sadece sokağa çıkıp avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum.
Sonra düşünüyorum, acaba gazeteci olup olan biteni hergün gazetede yazarak
dile mi getirmeli, doktor olup yaralıları mı tedavi etmeli, arama kurtarma
ekibinde olup enkazdan birilerini mi kurtarmalı, kriz masasında görevli
mi olmalı yoksa başbakan olup bazılarına müdahele mi etmeli? Ne olmalı?
Ne dilemeli? Nasıl kızmalı? Neye kızacağımı şaşırıyorum, hatta o kadar
şaşırıyorum ki artık herşey normal. O çaresiz, o suskun, ölümlerin sıradanlaştığı,
üzerleri bembeyaz kireçle kaplı toplu mezarlar, bisküvi gibi kırılmış şehirler,
çöp toplar gibi ceset, organ toplayan iş makineleri, taşlaşmış insanlar
herşey ama herşey normal. Bir tarafta azrailin tamamlayamadığını ikincil
canavarlar tamamlarken diğer taraftan dik kuyruğumuzu hala indirmiyoruz.
Yeryüzünün derin yarıkları binaları yutarken falancanın suları gelmiş geçmiş
en büyük cirosunu yapıyor, acıyı kâra, gözyaşını paraya çeviriyor. İzmit’te
yağmur suyuyla ıslanmış ekmek tepecikleri oluşurken, enkaz altındayken,
ölürken, canımızdan çok sevdiğimiz annelerimizi toplu mezarlara gömerken,
bizden normal hayatımızı sürdürmemizi istiyorlar. Şimdi hayatta kalma zamanı,
hayatta kalarak çıldırma zamanı. Herşey aynı bütün mevsimler aynı, yağmurlu
gün ile güneşli gün birbirinden farksız.
|
||||||||||||
|
||||||||||||
Büyük bir felaketin ardından neşeli birşeyler
yazmak hem zor hem de gerekli galiba. Deprem gecesinden sonra kendimize
gelmemiz kolay olmadı. Olaydan sonraki 1-2 gün sadece kendimizi, başımıza
gelebilecekleri düşünüp durduk. Sonra basından takip ettiğimiz içler acısı
görüntüler ve haberler deprem bölgelerindeki insanların durumunu gözler
önüne serdi. Bu andan itibaren varımız yoğumuzla zor durumdaki insanlarımıza
yardım etmek için çabaladık. Bu felaket sonrası bazı acizliklerimiz de
ortaya çıktı ve bazı konularda ne kadar yetersiz olduğumuzu gördük. Bunları
anlatıp eleştirecek değilim. Tek söylemek istediğim, bu felaket ve sonrasında
yaşananlardan ders almamızın gerekliliği. Bu konuyu daha fazla uzatarak
acılarımızı alevlendirmek niyetinde değilim. Hepimize geçmiş olsun ve başımız
sağolsun.
Deprem felaketi sonrası yaşananları düşündükçe aşağıdaki yazının zamanlama olarak çok da alakasız olmadığını farketmeye başlıyorum. Bu yazıda öyle şeyler var ki, koltuğunu kaybetmekten korkan politikacılarımızın yapmaktan çekindiği birçok davranış gözler önüne seriliyor. Yazının konusu ile ilgili bir ipucu vereyim mi? Sevmediğimiz ya da bizi kızdıran bazı insanlara “kaz kafalı” ya da “kuş beyinli” şeklinde hakaret ettiğimizi sandığımız olur. Niye böyle söylediğimi, kazlardan alınacak dersleri öğrendiğinizde daha iyi anlayacaksınız. Göç eden kazları havada süzülürken hiç izlediniz mi? "V" şeklinde uçtuklarını farketmişsinizdir. Bilim adamları bunun sebebini araştırmış ve sonuçta kazların hiç de"kaz kafalı" olmadıkları ortaya çıkarmışlar. Hatta öyle noktalar belirlemişler ki bunlar birçoğumuza ders olacak nitelikte... Uçan her kuş, kanat çırptığında arkasındaki kuş için onu kaldıran bir hava akımı yaratıyor. V şeklindeki formasyonla uçan kaz grubu, birbirlerinin kanat çırpışlarındaki hava akımını kullanarak uçuş menzillerini yüzde 71 oranında uzatıyorlar. Yani tek başına gidebilecekleri maksimum yolu grup halinde neredeyse ikiye katlıyorlar. Bize çıkan ders: Belli bir hedefi olan ve buraya ulaşmak için biraraya gelen insanlar oraya daha kolay ve çabuk erişirler. Çünkü birbirlerinin çekimini kullanırlar. Bir kaz, V grubundan çıktığı anda uçmakta güçlük çekiyor, çünkü kaldıraçla hava akımının dışında kalmış oluyor. Bunun sonucu olarak hemen formasyona geri dönüyor ve "V"nin gücünü kullanıyor. Bize çıkan ders: Kafamız kaz kadar çalışıyorsa bizimle aynı yöne gidenlerle bilgi alisverisini sürekli kılarız. Başta giden V lideri yorulduğunda en arkaya geçiyor ve hemen arkasındaki lider konumuna geçiyor. Bu değişikliği sürekli yapıyorlar. Bize çıkan ders: Liderliği paylaşmak ve zor işi rotasyonlu yapmak ivme kazandırıyor. Liderliği paylaşmaktan kaçan bazı liderlere(!) duyurulur. Gerideki kuşlar öndekileri daha hızlı gitmek
üzere bağırarak uyarıyor: Bize çıkan ders: Takım ruhu.
|
||||||||||||
|
||||||||||||
DÜŞÜNDÜREN SÖZLER
Espri, otoriteye bir başkaldırıyı, onun
baskısından kurtulmayı simgeler.
Fakirlik, insanın sözde dostlarını uzaklaştırır.
Gerçek fazilet nedir, bilir misiniz? Kendini
beğenmemek, yaptıklarını yeter bulmamaktır.
Fırsat çıkmadıkça kabiliyetler pek az işe
yarar.
Sağlam fikirlerden kuvvetli hareketler
doğar.
Herşeye homurdanmaya alışmış kimse, fırsat
kapıyı çalınca bile gürültüden yakınır.
Kim büyük fikirler için yaşıyorsa, kendini
düşünmeyi unutur.
Geçmişten çok geleceği düşünmeliyiz, çünkü
bundan sonra orada yaşayacağız.
İnsan gençliğinde öğrenir, ihtiyarlığında
anlar.
Gerçeği her zaman savun, anlayan olmasa
bile vicdanına karşı hesap vermekten kurtulursun.
Güler yüzle söylenen bir yalanı bir
anda yuttuğumuz halde, acı gerçeği ancak damla damla yutarız.
Hepimiz hayatın kısalığından söz ederiz
de boş geçen zamanımızı nasıl kullanacağımızı bilmeyiz.
Birşeyi istediğimiz zaman hep onun çekici
yanlarını görürüz, onu elde ettikten sonra da hep kötü yanlarını buluruz.
Gözlerin konuştuğu dil her yerde aynıdır.
Güvensizlik başlayınca dostluk kaybolur.
Kendinize hakimiyeti yitirdiğiniz ölçüde
özgürlüğünüzü de yitirirsiniz.
Harekete geçmek için bütün koşulların mükemmel
olmasını beklersen, hiçbir zaman harekete geçemezsin.
Silgi kullanmadan resim çizme sanatına
hayat denilmektedir.
|
||||||||||||
|
||||||||||||
YAŞ KIRK, İŞ TIRT
Geçen ay bir gazetenin ekinde okuduğum
yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu yazı hepimizi çok yakından ilgilendiriyor.
Ülkemizdeki gençler, yaşları 40-45’lere gelmeden köşeyi dönmek zorundalar
neden mi? Okuyun ve telaşlanın…
|
||||||||||||
|
||||||||||||
Hikayemiz Birinci Dünya Savaşı’ndan
kalma.. Ama “İnsanlar yaşadıkça” kalacak cinsten..
Savaşın en kanlı günlerinden biri.. Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Asker teğmene koştu. “Teğmenim. Fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilir miyim?.” “Delirdin mi?” der gibi baktı teğmen.. “Gitmeye değer mi?. Arkadaşın delik deşik olmuş.. Büyük olasılıkla ölmüştür bile.. Kendi hayatını da tehlikeye atma sakın..” Asker ısrar etti.. Teğmen “Peki” dedi.. “Git o zaman..” İnanılması güç bir mucize.. Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı koşa koşa döndü.. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Teğmen, kanlar içindeki askeri muayene etti.. Sonra onu sipere taşıyan arkadaşına döndü: “Sana değmez, hayatını tehlikeye atmana değmez demiştim. Bak haklı çıktım. Bu zaten ölmüş..” “Değdi teğmenim” dedi, asker.. “Nasıl değdi?” dedi teğmen.. “Bu adam ölmüş görmüyor musun?..” “Gene de değdi komutanım” dedi asker.. “Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı.. Onun son sözlerini duymak, dünyaya bedeldi benim için..” Ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı teğmene: “Jim!. Geleceğini biliyordum!..” demişti arkadaşı.. “Geleceğini biliyordum!..” * * * AKILLI BEBEK Dursun’la Temel bebeklerini almış parkta
dolaşıyorlar... Dursun’un 12 aylık bebeği yürüyor, Temel’in 20 aylık bebeği
kucakta:
|